14 Ağustos 2010 Cumartesi § 0

kendi sesini bile duymak istemediğin kadar kendinle konuştuğun o anlardan birinde, bir başkasını zaten duymak istemediğini düşünür, daha da yalnızlaşırsın. kendisini sevmediği anlarda, bir başkasına da sevimsiz gelebileceğini düşünerek susmayı tercih eden birinin en sevilesi anı da aslında, işte, tam da bu anıdır.

bu yüzden, birileri bazen, kafanda tam da büyük gürültüler koparken, sana sen istemeden yanaşıp “nasılsın?” diye soruverir. derdini sorar; anlatırsın. teselli cümleleri art arda dizilir. aslında istediğin bu da değildir: teselli değil, saf samimiyettir aradığın.

bazen, sadece, susarak da anlaşabileceğin birini, yanında bu yüzden istersin. çünkü susmanın doğasında, anlaşılma isteği yatar. konuşmanın aksine susmak, bazen, en iyi terapi, en iyi dışavurumdur.

bu manzaraların sık tekrarı, bünyende sağlam bir bağışıklık yaratır ve artık, “nasılsın?”lara karşı cevabın aynılaşır: “idare eder. ya sen, nasılsın?”: bile bile sıradanlaşmayı ve konuşmaları sıradanlaştırmayı seçmek.

biraz daha hırçınlaşır, biraz daha yabanileşirsin. dışarıdan bakıldığında üçüncü çoğullara böyle görünürsün. kuyruğun çıkar, kulakların dikleşir. sevdiklerini düşündüklerin, en çok üzdüklerin olur. aslında düşündüğün, onların seni üzüyor olduklarıdır.

ve susarsın.


freelancebarphilosopher

What's this?

You are currently reading at Radioactive Lullabies.

meta